Ahlak nedir? Aydın yani eğitimli, entellektüel, sanatçı, şair, yazar.. nedir ne işe yararlar? Daha doğrusu bu kişilerin ahlak kapsamları nedir nasıl olmalıdır?
Ülkemiz ne yazık ki bu kavram bakımından oldukça fakir bir görünüm sergilemekte. Sade vatandaşların genel itibari ile suçlandığı düşünülürse ki aslında eleştirenlerin de düzgün bir tavır sergilemekte, yukarıda saydığım bazı insan guruplarından daha kötü olduğunu gözlemlemekteyiz. Aydın dediğimiz kişilerin aslında toplumu nasıl yansıttığını da tespit edebiliriz. Toplumu tanıması gereken aydınlar ile aydınların ne dediğini anlaması gereken toplum arasında kısır döngü kırılamamış gözüküyor.
Kemal Tahir üçlemesinin ilk kitabı olan Esir Şehrin İnsanları gerçekten kaliteli bir eser. Bizleri işgal altında esir düşmüş olan İstanbul’a götürüyor. Bildiğiniz gibi Ankara hükümetinin kuruluşu ile bir yanda kurtuluş mücadelesi verilirken, diğer yanda artık bir kukla haline gelen padişah ve adamları buna köstek olmaya çalışıyorlar. Hadi köstek demeyelim de inanmıyorlar diyelim. Bunun için geçerli sebepleri elbette vardır ve en büyük sebep ülkeleri batıran sebeplerin başıdır; Vatan için yapıyoruz!
Hükümetler bu sözü sürekli tekrar ederler. Yaptıkları yanlış şeylerin üzerini milli ve dini soslar ile süsleyip halka sunarlar. Barış zamanı vergi verip savaş zamanı askere gidip dönmeyen Anadolu toprakları artık yolun sonuna geldiğinden, kaydedilen dünya savaşından sonra tekrar ayağa kalkacaktır. Yani bir yanda Vatan için Mustafa Kemal’e düşman olan, fetvalar ile onları dinsiz ilan eden, bir Kuvay-i Milliye askeri öldürenin onlarca gavur askerini öldürecek kadar sevap kazandığını söyleyen, Hilafet Ordusu kurdurup Yunan birlikleri ile batıdan ve kuzeyden taarruza kalkanlar. Diğer yanda Anadolu’nun fakir köylülerinden, Osmanlı baskısından bıkmış dağa çıkmış çetelerden, yokluk içinde birleşip bunlar ile ülkeyi tekrar bağımsızlığına kavuşturmak isteyenler. Vatan için yani..
Yazar bize ne dünya savaşını ne de büyük taarruzun kanlı mücadelelerini anlatıyor. Yıllarca Avrupa’da yaşamış ve diller bilen paşa çocuğu Kamil Bey’in artık fakir düşüp tekrar yurda dönüşü, eski lise arkadaşlarıyla buluşup Kuvay-i Milliye lehine yazı yazan gazetede verdiği mücadele kaleme alınmış. Süreç ilerledikçe Kamil Bey bir yanda etrafında gezen bin bir çeşit yerli ve yabancı ajanları tanımaya, diğer yanda ise kendisini de eleştirel bir süzgeçten geçirmeye başlıyor.
Kamil Bey yıllarca Avrupa’yı gezdiği halde yurdunda İstanbul dışına hiç çıkmadığını, aslında Türk toplumu diye çevresindeki sosyete ve entel dantel takımı ile takıldığını, dün arkadaşı olan nazik, kültürlü ve kibar yabancı görevlilerin aslında sömürge ülkelerde nasıl canavarlaştığını anlayacaktır. Bunu niçin fark edemediğini kendi kendisiyle tartışırken İstanbul beyefendilerini de irdeleyecektir.
İstanbul’un işgal altında olduğu bu yıllarda bahsedilen aydınların bir kısmının işgal kuvvetlerinin ve Padişahın yanında saf tutuğuna şahit olur. Az bir kısmı ise Ankara’ya gizliden destek vermeye çalışmaktadır. Para karşılığında onurlarını satan kiralık kalemlerin veya subayların ortalıkta nam saldığı dönemde birde etliye sütlüye karışmayanlar vardır. Bunlar Yunanlıların hangi şehirde zulüm yaptığı ile ilgilenmektense arkadaşlarının yazdığı şiirlerde anlam bozukluklarını, kulakta bıraktığı tınıyı falan önemsemektedirler. Anadoluyu hiç bilmeyen, bazısı halka küsmüş, bazısı halkı aşağılayan, ömürlerini kayıkla boğazın karşı yakasına geçerken güzel kızlara ve hurilere methiyeler düzmekle geçirmiş, en büyük zevkleri her gün karşılaştıkları diğer şairleri eleştirmek, küsmek, barışmak olmuş Osmanlı aydınları! Aydın mı aydın…
Bahsettiğim eleştiriler kitapta ince ince anlatılırken yazıldığı dönem için de yine aydınlara atıf yapılmış. Kitap bir halk ayaklanması ve milli şuurdan ziyade bize düzgün ve ahlaklı bir aydının nasıl olması gerektiğini anlatıyor. Galiba bu savaşın yanında halkı gaza getirmekten başka bir akış açısı sağlayan ender kitaplardan olmuş.
Kurtuluş savaşımızın üzerinden artık 100 yılı aşkın süre geçti. Kemal Tahir ise bu eseri 70 yıl evvel yazmış. Ne yazık ki topluma büyük ölçüde yön göstermesi gereken aydınlarımız da pek bir değişim yaşanmıyor. Artık toplumumuz o denli değişim yaşadı ki ahlaki olarak da büyük çöküntü içerisindeyiz.
Eskiden ister muhafazakar, ister komünist, ister solcu, ister milliyetçi vs. ne olursa olsun bir kişi usulsüzlüğe, haksızlığa veya hırsızlığa ses çıkarttığı zaman üstüne gidilirdi. “Senin çoluğun çocuğun yok mu sesini çıkartma” diye uyarılan bu ahlaklı kişiler yine duramaz yapılan haksızlığa sesini çıkartınca ellerinde valizler en ücra köylere sürgün edilirlerdi. Gidenlerin arkasından “Biz ona söyledik ama bizi dinlemedi” denir fakat sürgün edilenin veya işinden atılanın arkasından içten bir övgü ile bahsedilirdi. Onlar gibi yapamayıp korkakça boyun eğen, bencil ve ikiyüzlü davranışa karşı içten utanılır ve giden övülürdü.
Şimdiler de yine benzer durumlara şahit oluyoruz. Yine her kesimden sesini çıkartanlara tehditler ve sürgünler veriliyor. Yine bu kişiler uyarılıyor. Fakat artık gidenlerin ardında kalan bencil, ikiyüzlü ve korkan insanlar koltuklarında iğrenç bir şekilde sırıtıp bu davranışı sergileyenleri aşağılar duruma geçmiş sanki. Artık onurlu davranışın ve doğruyu söylemenin toplum gözünde bir değeri kalmamış gibi. Mevki ve makam hırsı, kazanılan para, arabası veya evi daha doğrusu parayı nasıl kazandığı değil parasının veya mevkisinin olup olmadığına bakılır olmuş.
O sürgüne giden veya işinden haksızca atılan insanlar umursanmıyor. Günü kurtaran beş para etmez üç kağıtçılar ise kaptıkları müdürlüklerle, başkanlıklarla bize caka satıyor.
Kemal Tahir benim geç tanıştığım yazarlardan oldu. Okuması sıkmayan kitabını tavsiye ediyor ve hoşça kalın diyorum.