Hepinizin bildiği gibi tarihimizin büyük felaketlerinden birisini yaşadık bir hafta evvel. Hemen bir yazı yazmaktansa, olayları eniyle boyuyla değerlendirip bir analiz yapmayı daha uygun gördüm. Halkımız, basınımız ve elbette siyasetimiz hemen maden sektörünün durumunu, maden sektörünün çalışma şartlarını, işte efendim maden sektöründe iş güvenliğini konuşmaya başladılar. Bunların gelip geçici tartışmalar olduğunu bildiğimiz için bir iki yorumdan fazlasını yazmaya gerek görmüyorum. Asıl bana göre konuşulması gereken şey; özel sektörde bu hükümet ile artık iyice ortaya çıkan emek sömürüsü ve devletimizin bu sömürüde ki rolü olmalıdır.
Dünya ekonomisi adına vahşi kapitalizm dediğimiz şeyi de artık buradan uzun uzadıya açıklamaya gerek görmüyorum. Bilmeyen iki araştırma yapsın, yok öyle diyenlerde sktirsin gitsin afedersiniz artık. Sanayi devrimleri sırasında kendi ülkelerine çağırıp sömürdükleri yabancı vatandaşları artık kendi ülkelerine fabrikalar açarak sömürmeye devam ediyorlar kısaca sistem bu. Özellikle nüfusu fazla olan, saat çalışma ücreti düşük olan ve kolay satın alabilecekleri devlet adamları olan ülkeleri çok seviyorlar. Bu sebeple ayağımıza giydiğimiz ayakkabıyı Tayvan’dan, kıçımıza giydiğimiz donu Tayland’dan, taktığımız bereyi Çin’den alıyoruz.
Elbette bu ülkeler bu kapitalist ekonomilerin lokomotifleri. Yani karın tokluğuna çalıştırılıp zorunlu istihdam ile yaşayanlar. Birde bizim ülkemiz gibi hem nemalanan, hemde sömürülen ülkeler var. Ülke saati çok ucuz olmamakla beraber standartlar daha yüksek, daha yakın ve daha kontrollü bir ekonomi bizimkisi. Ortadoğu ile olan ilişkileri ve Rusya komşuluğu da bonus olarak geliyor.
Ülkemizdeki özelleştirme furyası bildiğiniz gibi temelde daha eskiye dayansa da Süleyman DEMİREL ile başladı. Turgut ÖZAL ile yükselişe geçen ve Tayyip ERDOĞAN ile tam gaz yaptı. Kapitalist sisteme tamamıyla geçtiğimiz bu dönemde işin artıları ve eksileriyle düzeni değerlendirmemiz ve neyin ne olduğunu iyi öğrenmemiz gerekiyor.
Yabancı sermayeyi destekleyen ve bu sistemde hızlı büyüme ile zenginleşileceğine inanan özel sermaye iktidarları yaklaşık 40 yıldır hemen hemen bütün yıllarda iktidardalar. Bu adamlar her geldikleri dönem devlet elindeki fabrikaları ya kötü yönetimden, ya gerektiğinden fazla istidam yaratıldığından yada işte başka bir sürü şey söyleyebiliriz (düzensiz sistem, rüşvet, yavşaklık vs.) satmak istediler. Aslında özelleştirme adıyla devletin zarar eden kuruluşlarının satılması bir seçenektir. Güzeli düzgün işletmektir ama ekonomik olarak satılarak kara ortak olmak veya üretimden vergi almakta bir seçenektir. Daha dengeli istihdam ve hızlı büyüme bu hedef doğrultusunda gerçekleştirilebilir.
Ayrıca gelir seviyesinin hızlı artışı, kapitalist malların daha ucuza alınması alım gücünü artıracaktır insanların. Tabi işin öbür tarafını da anlatmak gerekir. Eşinize “ayyy ne güzel canımm ya” diyerek boynuna atladığınızda taktığınız pırlanta yüzüğün anlatacaklarını dinlemek gerekiyor. Çünkü aldığınız hemen hemen her şeyin saatin, televizyonun, farenin, telefonun, gömleğin ucuza alındığı yerler işte bu kapitalist sistemin köle olarak çalıştırdığı insanlar sayesinde oluyor. O insanların üzerine basarak günümüzü gün ediyoruz belki de.
Ve işte bu sistemin ayağını dünyanın öbür ucundan göremiyoruz. Çok aptalız, aç gözlüyüz ve sanırım umursamıyoruz fazla da. Taktığınız tek taş yüzük için kaç çocuk madenci ölüyor afrikada? Giydiğimiz ayakkabıyı dikerken belkide eli kopan bir Tayvanlı işinden kovuldu veya öldü. Bunlara oralarda dikkat ediliyor mudur sizce?
Neyse hadi boş verelim Afrikayı falan gelelim bu diyarlara. Dediğimiz gibi kapitalist sistemin işleyen çarklarının ilk kuralı ucuz iş gücüdür. İşte bu ucuz iş gücünün sağlanması için yapmayacakları kötülük, satın almayacakları hükümet adamı yoktur. Onlar için her şey paradır. Kısaca; ucuza üretim sağlayarak kendi halkına daha iyi yaşam sağlamayı ve bundan kar elde etmeyi amaçlar. Fakat burada devlet girer araya işte. Devlet, ekonomik gelişmişliği ve kalkınmayı bu şekilde sağlamayı seçmiş olabilir. Ama devlet, bu kar sisteminden ne derece nemalanacaktır? Daha doğrusu vatandaşının ne kadar sömürüleceğine karar verecek olan asıl ana mekanizmadır.
Bizim tespit etmemiz gereken şey nedir? Hükümetimiz yabancı sermaye odaklı bir büyümeye geçmiş midir? Geçmiş ise bu yabancı sermaye odaklı büyümenin kontrolü elinde midir? Yani vatandaşlarını bu vahşi kapitalizme karşı korumakta mıdır yoksa o da bu sistemden yasal veya yasal olmayan yollar ile nemalanmakta mıdır? Bunları iyi düşünmeli ve cevaplarını doğru vermeliyiz ilk önce. Meseleyi “solcu, sağcı” diyerek veyahutta “laikçi, yobaz” diyerek örtmeye çalışmak bizi bir sonuca ulaştırmayacaktır. Yapmamız gereken doğru tespit yapabilmektir. Bu muhafazakarı içinde, solcusu içinde, dinsizi içinde değişmeyecektir. Çünkü sorun vatandaşın sömürülmesi sorunudur buna dikkat çekmek istiyorum.
Bunun üzerinde neden çok duruyorum? Çünkü insanların köle olarak çalıştırılması, sömürülmesi, haklarının yenilmesini gördüğümüz zaman onlara karşı “bu adamlar zaten asyalı gebersinler” veyahutta “bu adamlar zaten müslüman değil hocam” denilemeyeceğidir. İnsan hakkının yemesinin dini, mezhebi, ırkı yoktur. Önemli olan şey bu sömürüye karşı durmaktır, bunu dile getirmektir ve savaşmaktır.
İşte bu düzende konuşmamız gereken konu devletimizin yapması gerektiği gibi vatandaşlarını koruduğu mudur, yoksa büyük şirket patronlarıyla beraber bu sömürge düzenine sesini çıkartmadığı yani ortak olduğu mudur. Ülkemize bakalım öyle midir? İş kollarına bakalım; İnşaat sektöründe, tersanelerde, madenlerde, fabrikalarda, çarşı esnaflarında durum nedir?
Bazı arkadaşlarım bu yukarıda söylediklerime katılarak “Durum nedir peki?” diye sorduğumda ise “durumun iyi olduğunu” söylemişlerdir. Kendi görüşü böyle olsa da ben hiç öyle düşünmemekteyim ve kendisiyle burada ayrılıyorum.
Eğer devletimiz vatandaşının sömürülmemesini isteseydi taşeron sistemini ülkemizde işleme koydurmazdı diye düşünüyorum. Taşeronluk sözleşmeli sömürü düzeninin diğer adıdır. Goodyear işçisinin 4 bin alıp, taşeronda aynı işi yapan adamın 850 almasıdır bu sistem. Devlet buna göz yummaktadır, çünkü patronlar böyle istemektedir.
İşte inşaatlar, işte tersaneler ve işte madenler. Taşeron sistemiyle maliyetlerin gittikçe azaltılmaya çalışılması sonucunda oldukça kötü şartlarda yurdum insanı buralarda yaşam mücadelesi vermektedir. Hadi geçelim orası diyelim özel sektör falan. O zaman devletin buraları düzgün bir şekilde denetlemesi ve gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasını sağlaması gerekiyor. Yine kaçak ve sigortasız çalışanların tespit edilmesi, bu tespitlerde tutarlı olunması gerekiyor. Olunuyor mu? Hayır elbette.
Peki fazla dallandırıp budaklandırmayalım. Konumuz iş güvenliği ve işçi sağlığı madem nihayetinde bunlardan bahsedelim. Ben de bir B sınıfı İSG uzmanı olarak durumun ne olduğunu iyi bilenlerdenim. Yazının en başında belirttiğimiz gibi konuşulması gereken şey ülkemizdeki iş kazalarıdır. Her sektör güvenlik konusunda yerlerdedir ve bunun tek sebebi yaptırım uygulamayan devlettir. Neden devlettir peki? Bunu da ikinci yazımızda anlatacağım kısa zaman içerisinde.