Ulan yazıyı yazmışım yayınlamamışım iyimi! Neyse farketmez peş peşe okunur;
Kaza literatürde belli olayların zincirleme reaksiyonu sonucu gerçekleşir. Neler olabileceği değerlendirilir, alınacak güvenlik önlemleri belirlenir, gerekli önlemler alınır, çalışanın bunları uygulaması sağlanır, çalışan uygulamaz/çalışan hata yapar/uygulanan önlem yetersizdir ve kaza olur son adımda.
Şimdi bu zincirde belirlenen ilk halkayı yönetim sınıfları konuşur ve gözden geçirir. Eğer bu adımları düzgün işletmez isen zaten kazanın sebebi ilk adımdır. O adımı atlayarak işçi hatasına ve kazaya gidilmez. Veya ilk adımı atlayarak uygunsuz koruyucular vardı denmez. İşin yaklaşımı budur.
Yine gelişmiş ülkelerde kazalara yaklaşım iki türlüdür. Proaktif ve reaktif yaklaşım. Kısaca proaktif yaklaşım; olay olmadan evvel sorunu geçmiş tecrübeler ile tespit etmek ve gereken önlemleri zamanında almaktır. Reaktif yaklaşım ise; olay veya kaza meydana geldikten sonra hatalardan ders alıp gerekli önlemleri almaktır. Bu sebeple gelişmiş ülkeler proaktif yaklaşımı teşvik eder ve bunu uygulamaya çalışırlar. Bu sebeple oralarda insanlar madenlerde ölmez, inşaatlardan düşmez. Ha düşmez derken kendi hatasından artık düşerse düşer yapacak bir şey yoktur.
Bizdeki fark ise kazalara hem reaktif yaklaşım ile yönelmek, hem de bunlara “yapacak bir şey yoktu” demeyi normal karşılamaktır. Sen kaza olmaması için gerekli önlemleri yeterince almaz isen bunun sonucunda ölen veya sakat kalan insanlara “neyapalım olabilir kaderdir” diyemezsin. Bu hem etik olarak, hem hukuksal olarak hem de dinsel olarak suçtur/günahtır.
Ve düzeltelim biz reaktif bile yaklaşmıyoruz. Çünkü reaktif yaklaşım, yaşanılan kazadan ders çıkartarak adımlar atmayı gerektirir. Onda da yalanlar ile, balık hafızamız ile geçiştiriyoruz. Elbette ben değil, devlet geçiştiriyor bu adımları. Çünkü devletimiz insanına değer vermiyor, sömürüyor ve ölmesine izin veriyor. Kısacası umurunda değil bakanların falan.
Peki neden böyle düşünüyorum? Yanlış mı düşünüyorum yoksa? Geçmişte deprem felaketi yaşadık mesela bir önlem alınmamıştı o zamanlarda. Şimdi “alındı, artık beklenen şiddetli bir İstanbul depreminde binlerce insan ölmeyecek arkadaşım” diyen var mı? Hemen “bu doğal afet” demeyin Japonya veya başka belli düzeyde ülkeler de benzer depremleri geçiriyorlar. Onlar ölmüyorsa araştırıp buraya da yapacaksın. Ne oldu deprem işi? Unuttuk gitti…
3 yıl evvel tersanelerde her gün 3 adam ölüyordu. Benimde yaşadığım ve gördüğüm Tuzla tersanelerinde çalışma şartları, ölümler, sakatlanmalar, mafya, sigortasız işçiler vs. konuşuldu yazıldı çizildi. Ne oldu tersanelerde çalışma şartları mı düzeldi? İnsanlar ölmüyor mu sanıyorsunuz! Unuttuk gitti…
4 yıl evvel kot taşlamada çalışan işçiler silikozis hastalığından ölüyorlardı. Ne oldu bu taşlama çalışanları. Daha doğrusu kumlama çalışanları? Artık ölmüyorlar mı sanıyorsunuz! Unuttuk gitti onları da..
5 yıl evvel inşaatlardan işçiler patır patır düşüyordu, ölüyordu marabalar. Köylerinden getirilenler, memleket hasretlerini dinledik, İbrahim Tatlıses gibi yanık sesler. Ne oldu artık İnşaatlardan işçiler düşmüyor mu sanıyorsunuz! Onları da unuttuk..
Şimdi madenlerde şartlar kötüymüş, oralarda iş güvenliği yokmuş, insanlar ölüyormuş. Ne olacak 2 yıl sonra? Yani ne diyeyim madenlerde yıllardır hiç insan ölmüyordu da şimdi mi öldü? Yeni mi çalışma şartları kötü oldu? Taşeronluğu ve hatta daha kötüsü rödovans sistemi yeni mi uygulanıyor? Peki en önemlisi ilerde uygulanmayacak mı ülkemizde?
Bu soruların cevabını eşşek gibi bildiğiniz halde neden ses çıkartmaz bu çalışanlar, medya, insanlar ve bu paraya tapan toplum. Neden ses çıkartmaz bu bakanlar, bu cumhurbaşkanı, bu başbakan,milletvekilleri….
Neden ses çıkartmıyorlar ben biliyorum. Çünkü işte önceki yazımızda anlattığımız bu vahşi kapitalizm şirketlerinin ortakları bu adamlar da ondan. Bu sebeple vatandaşının sömürülmesine sessizler hatta yalancılar ve yüzlerine bizim oraların tabiriyle sçmışlar adamların.
Madenlerden bahsedeceğiz dedik. Nedir bu süreç aslında araştırsanız bulunuyor hemen. Nasıl işliyor sistem ve neden devlet bu kaza zincirinin en başında suçlu kurum. Sadece şu maden sektöründeki olayı analiz ettiğinizde durumu anlıyorsunuz zaten.
Maden TKİ kurumuna ait. Sahip olduğu madeni işletmesi için kiralıyor özel bir kişiye. Diyor ki “buradan kömürü çıkart ben ne çıkartırsan alacağım”. İşletmeci adam “peki bu maden 2 milyon alt yapıya sahip, ben buradan 10 milyon çıkartsam alır mısın?” diyor. Devletten olumlu yanıt alınca ihaleye çıkartılıyor. Devlet kendisine en düşük fiyattan kömürü satan adama bu ihaleyi verecek. Kağıt üzerinde durum bu yani. İşte bu abimiz “ben sana 50 dolardan satarım” diyor. Devletimiz aynı miktarı işletirken 110 dolara mal ettiği için çok seviniyor. Tabi işte bu yapay yoldan özelleştirmeyle kar yapıyor yine maddi olarak.
Sonra adam başlıyor çalışmaya. Daha fazla işçi alıyor, fazla çalıştırıyor madeni de. İşte buraya kadar da aslında sorun yok gibi. Gerekli yasal düzenlemeleri patron kağıtta neyse yapıyor. Devlet müfettişi gelip imzalıyor falan. Oh ne güzel sistemi kurup işletmeden iyi paralar kazanmaya başlıyor patron. Üretimi 4 milyona çıkartıyor. Alanda olduğu için sıkıntı yok. Patron mutlu, devlette mutlu bu arada. 110 dolara mal edeceğine 50’ye alıp 70-100 arası satıyor kömürü.
Peki kim kaybediyor? Bu iş nasıl oluyor arkadaşım diyen yok. İşçiler çok düşük ücrete hayvanın çalışmadığı şartlarda çalışıyor, iş güvenlikleri umursanmıyor her şey tersanedekiler, inşaatlardaki gibi yani kağıt üstünde. Devlet gözünü kapatıyor çünkü para kazanıyor, patron zaten bu işi bildiğinden umurunda değil. Devlet ne kadar görmezse o kadar üretir ve maliyeti düşürür. Sonra işte kaza patlıyor bir yerde.
Yavuz SEMERCİ iki gün önceki yazısında çok güzel özetlemiş zaten durumu;
“Madencilerden çaldığınızı geri verin!
Soma katliamının birincil derecede sorumlusu devlettir… (Artık bu girişten sonra, bağnaz olanlar yazıyı bırakabilir…) Bu tespit ahlaki bir kesinlik de içerir. Ve önyargıdan uzak olan herkes ile tartışmaya hazırım. Argümanlarımı aşağıda sıralayacağım. 301 madencinin öldürüldüğü (evet öldürülmüştür) katliam ile devlet ilişkisi son derece açıktır.
Bir tespit daha yapmama izin verin. Lütfen Soma’ya destek için yardım kampanyası filan düzenlemeyin. Çünkü öldürülen madenciler de dahil orada çalışan herkese ait en az 500 milyon dolar, devletin kasasındadır.. Para sahiplerine geri verilmelidir. ‘Bu nereden çıktı’ diyenler artık yazıyı okumaya başlayabilir.
***
1) Madencilerin öldürüldüğü Soma madeni devlete, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’na (TKİ) aittir. Kiracıya mevcut haliyle işletmesi için devredilmiştir. Ve yıllık 2 milyon ton üretime göre alt yapısı oluşturulmuş bir kömür ocağıdır. Ve işletmeci, mal sahibi devletin gözünün içine baka, baka aşırı bir yüklenme ile kömür üretimi yapmış ve yıllık 6 milyon ton üretimlere çıkmıştır.
2) Bu üretim artışı için işletmeci bütçesini zorlayacak, güvenlik standartlarını yükseltecek (yaşam-kaçış odaları gibi, elektrik alt yapısı gibi, ana galerilerin çelikle güçlendirilmesi gibi, otomasyon gibi, üretim yapacak robot makineler gibi) hiçbir yatırıma yönelmemiştir. Ve bu durum mal sahibi tarafından da bilinmektedir.
3) Bu gerçeği şuna benzetebiliriz: Dükkanınızı kiraya veriyorsunuz ve kiracı her yıl kullanacağı metre kareyi artırmak için kolon dahi duvarları yavaş yavaş yıkıyor. Ve her seferinde de kiracının size verdiği para artıyor. Ve cebinize giren paraya bakıyor ve olup biteni sadece seyrediyorsunuz. Sonra bina yıkılıyor. Suç kiracıda diyorsunuz. TKİ’nin Soma’da yaptığı budur.
4) Ocaktan çıkan her gram kömür sabit bir rakamdan (şu anda tonu 50 lira) TKİ tarafından satın alınıyor. Son dört yılda (tahminime göre) satın alınan kömür 20 milyon ton civarında. TKİ bu kömürü (vasıflarına göre) 70 ile 280 lira arasında piyasada satıyor. Bir kısmına bedava dağıtsın diye devlete satıyor.
5) TKİ’nin madeni işletene ”her yıl bana şu kadar kömür satacaksın” diye bir kota koymadı. Ne çıkarsa söz konusu sabit fiyattan (her yıl enflasyon oranı kadar eskale ediliyor) satın alıyor. Bu ocak zorlanmasaydı alt yapısına uygun çalıştırılsaydı, elden ele sistemi gibi modern kölelik düzeni kurulmasaydı, bu ocaktan satın alacağı kömür son 4 yılda 8 milyon ton olacaktı… Buna rağmen 20 milyon ton alım yaptı ve işletmecinin sömürü düzenine ses çıkarmadı. Çünkü kendisi de tarihinin en büyük karını elde etmeye başladı.
6) Aşırı zorlamayla ve adeta rus ruleti benzeri bir plan ile üretilen fazla kömür işletmeciye son 4 yılda (ton başına 20 lira kar desek) en az 240 milyon TL vahşi bir kazanç elde etmesine yol açtı. Bu kaynak yat oldu, Maslak’ta gökdelen oldu, kara kâr kattı. Ailenin lüks araçlarına, villalarına dönüştü… Nitekim Soma Holding’in yıllık 300 milyon TL’ye yaklaşan cirosunun temel nedeni de bu aşırı üretim.
7) TKİ ocaktan çıkan fazla kömürü ton başına 40 ile 50 lira arasında satın aldı. Ortalama 140 liradan tonunu piyasaya sattı. (TKİ’nin sitesine girin kömür satış rakamları orada yazıyor) TKİ, son 4 yılda beklenmedik bir şekilde fazladan elde ettiği 12 milyon ton kömür için kasasına (maliyet düştükten sonra) 1.2 milyar TL aktardı.
8) Siyaset bu işten ayrıca nemalandı. Bölgede istihdam arttı. İktidar partisi bölge insanının gönlünü kazandı.
SONUÇ
1) Devlet bu sistemi kurana gözetmenlik yapmıştır ve bundan menfaat elde etmiştir. Bırakın kamunun denetim mekanizmasını, malın sahibi olarak kamu yöneticileri işletmenin üzerine binen yükü görmemezlikten gelmiş aksine şirketi övüp, önünü açmıştır.
2) TKİ’nin de Soma Holding’in de sadece son 4 yılda katliama yol açacak nitelikte çalışma sistemi nedeniyle elde ettiği gelirler, ahlakdışıdır, işçi sömürüsüne dayalıdır. İşçiler bu vahşi kapitalist uygulama nedeniyle ölmüştür. Başka bir deyişle öldürülmüştür.
3) Kamu ve şirketin elde ettiği gelirler kanlıdır ve sahiplerine derhal iade edilmelidir. Bir vakıf kurularak madencilerin çocukları okutulmalıdır.
4) TKİ yönetimi bu işten birincil derecede sorumlu olarak yargılanmalıdır. Ve diğer madenlerle yaptığı benzer anlaşmalar var ise derhal iptal etmelidir.
5) Devleti yönetenler bu kabul edilemez sömürü düzenini kamu adına kurulmasından dolayı utanmalı, halktan özür dilemeli ve Enerji Bakanı Taner Yıldız siyasi sorumluluğu üstlenerek istifa etmelidir.
Cansız bedenler yaratan bu çalışma sistemini yaratanların, kontrol mekanizmasını kurmayanların makamlarında kalarak sistemi değiştireceğini savunmak, suçluların bir kez daha suçu işlemez inancıyla cezasız bırakılmasına benzer. Ve kamu vicdanı bunu kaldırmaz ve işini yapmayanları cesaretlendirir.
Yavuz SEMERCİ
20.05.2014 Haberturk”
Peki ne yapacağız? Neden önlem alınmıyor? Niçin halkımız tepki göstermiyor? Tepki gösterenler neden vatan haini ilan ediliyor? Ve en önemlisi taşeron sistemin göbeğinde yaşayıp her gün ölüme giden bu çalışanlar niçin hala bu sistemin işleyişini değerlendiremiyorlar?
İnanın bu soruların cevaplarını bende bilmiyorum. Bildiğim şey ise bu kapitalist insan tüccarlarının işlerini çok iyi yaptığıdır. Öyle ki, hem sömürüp hem de bu adamların desteğini alan sistemi beraberlerinde getiriyorlar. Tek çıkar yol bu haksızlığa uğrayan kesimin ciddi anlamda örgütlenip artık harekete geçmesi gerektiğidir. Akıl tutulmasının engellenmesi gerekiyor. “Ben eskiden çiftçiydim, artık tarımdan para kazanamayınca bütün köydekiler ile iki yıldır madene gitmek zorundayız ne yapalım” diyor madenci abimiz. Sonra dönüyor diyor ki “ülkemizin büyümesi çok iyi, dünyaya kafa tutuyoruz allaha şükür çok iyiyiz”. Yani arkadaşım madem çok iyiyiz neden tarımdan artık para kazanamıyorsun? Neden bu sebeple madenci olmadığın halde madendesin mecburen? Ulan hem memnunsun ülkenin durumundan, hem topraktan para kazanamadığını söylüyorsun! Hem taşeron sisteminin göbeğinde sömürüldüğünü söylüyorsun, hemde gelen hükümet görevlisini alkışlıyorsun beraber cuma namazındasın kol kola..
Yani bu ne lahana turşusu bu ne perhiz bu nedir arkadaşım? Protesto ettiğinde başbakan saldırıyor vatandaşa bunun daha ötesi var mıdır? Vardır arkadaşlar inanın vardır. Çünkü, hem şikayet edip geçinemediğini söyleyip mecburen çalıştığını dile getirdikten sonra memnunsan ülkeden e kusura bakma artık.
Ölen adamların hakkını hukukunu olanları anlatmaya muhalefet dediğimiz çoğunluğu sosyalist adamlar gitti oraya. Ama kimin hakkını kime karşı koruyacaksınız? Ramazanda geliyor zaten ikide iftar patlatırlar madende üç dua tamamdır..