Yakın İktisadi Tarih III

Bir önceki yazı için

Yazıyorum ama anlaşılamayan veya karışık gelen yerler olabilir. Özet geçelim; Osmanlı devleti ilk önce borca sokuldu. Sonra sanayi hamlelerini tamamlamış olan emperyalist ülkeler tarafından açık pazar olarak kullanıldı. İthal ürünün ucuzluğuna kanan (daha doğrusu başka seçeneği yok aslında) devlet bir süre bu şekilde idare etti. Sonra verilen borçlar ile yapılan ithalat dolayısıyla yerli üretici iflas etti. Sanayileşmiş ucuz ithal ürünlere karşı insanlar dükkanlarını ve şirketlerini yabancılara sattı. (yerli şirket oranı 1913 yılında %3’e kadar düştü varın siz hesaplayın satışı). Borçların faizini bile ödeyemeyince devlet iktisadi olarak iflasını açıkladı ve yabancıların kurduğu bir iktisadi yönetime (D.Umumiye 1881) geçti. Borçlara karşılık savaşmadan şehirler ve topraklar, madenler, limanlar, tarihi eserler, okullar, fabrikalara el konuldu. Emperyalizmin çarkları Osmanlının işini bitirdi. Bunların hepsi II.Abdülhamit zamanında gerçekleşti. Suç elbette onun değildir. Dış borcun alınması ve çöküşün sonuna denk gelmiş talihsiz bir padişahtır.

Günümüz yalan tarih yazarları işte bu dönemde ithalat ve borç yüzünden çöken Osmanlı İktisadi yapısını ballandıra ballandıra anlatmakta, çöküşün suçunu İttihat Terakkiye atmaktadır. Öyle ya ülkede fabrikalar açılmakta, okullar yapılmaktadır, projeler gırla gitmektedir. Aynı şimdi ki gibi değil mi? (Yada karşı olarak suçu II.Abdülhamit’e atmışlardır buda doğru değildir)

Bu yazarlar şimdiki hükümetin yalancı borazanlarıdır. Osmanlı devletinin borç alımı ve ithalat ile II.Abdülhamit gibi oldukça iyi bir devlet adamı elinde bile toparlanamadığını ve iktisadi battığını, borçlar yüzünden şirketlerine, madenlerine el konulduğunu çok iyi bilirler. Fakat yine de 100 yıl evvel yapılan icraatları överler. İngilizlerin madeni satın alıp işletmesini, Fransızların limanların vergilerini alıp halkı sömürmesini, Almanların demir yolu döşeyip tren hattını işletmesini görmek istemezler. Daha doğrusu onu göstermezler. Bir şeyler oluyor mu kardeşim oluyor. İşte “liman düzeldi, tren yolu yapıldı, haberleşme direkleri dikildi e demek ki II.Abdülhamit döneminde kalkınmışız” gibi aynı şimdiki hükümeti övdükleri gibi övüyorlar. Amaç zaten II.Abdülhamit’i övmek, Osmanlıyı sevmek falan değil. Amaçları şimdiki emperyalist uşaklığını, dış borçlarını ve şirket satışlarını “100 yıl evvel II.Abdülhamit ülkede refaha gidiyordu İttihat engelledi. İttihat yani İngiliz ajanları” falan diyerek örtbas etmek.

12Eylul1934

Ülkemizin en büyük kaybı bana göre “Osmanlı devletinin neden çöktüğünün” öğretilmemesidir. Çocuğunuza öğreteceğiniz en önemli şey bu olmalıdır.

Elbette geldiğimiz bu süreçte dış borcun 15 yılda bu oranlarda büyümesi ve cari açığın kontrolsüzlüğü benzer bir şekilde ithalatın yerli üretici düşünülmeden “nerede ucuzsa oradan getir” hale gelmesi ülkemizi dönüşü olmayan bir yola sokmuştur. Neyse daha fazla uzatmadan çöken devletin iktisadi çıkış aramasını anlatalım. Türkiye Cumhuriyetinin ilk amacı ekonomik bağımsızlığı kazanmak olduğu görülüyor. Bağımsızlıktan sonra eğitim reformunun yapılmaya çalışılması ve modern devlet yapısına ulaşmak ilk amaç. İktisadi olarak 20 yılda bunun başarıldığını görüyoruz;

Yeniden İnşa 1923-1929

1) Kurulan Cumhuriyet iktisadi atılımın yönünü öyle siyasi arenadaki gibi sert bir şekilde çevirememişti.

2) Lozan anlaşması dolayısıyla (gizli madde diyeni döverim) “yerli/yabancı yatırımcılara 5 yıl imtiyaz verilemiyordu”. Bu aslında kuvvetli ekonomiye sahip yabancı yatırımcının işine geliyordu çünkü yerli yatırımcı çok zayıftı. Fakat bir madde; devlet tekeli bunu kırabiliyordu. Bu sebeple bir çok şirket devlet desteğiyle ilk yıllarda kurulup zenginleştirildi.

CIZ2-1923-2_izmiriktisatkongresi.jpg

3) Milli burjuva yaratımı için yapılan bu hamle elbette kendi nemalananlar grubunu yarattı (Şimdinin zengin aileleri içlerindedir). Siyasi ilişki ve kayırmalar ile bir kesim zenginleşti. Bunların bir çoğu kuvayi milliye askerleri, siyasileri ve destekleyicileriydi.

4) Lozan anlaşmasına göre Osmanlı devletinin bütün borçlarını T.C. ödeyecekti. Borç 1929 yılında ilk taksidi olan 15 milyon altın lira olmak üzere toplam 85 milyon altın liraydı.

5) Fakat anlaşma ilk 5 yıl iktisadi politikaları dondurmuştu. İthal ürünlere karşı rekabet edilememesi ülkeyi zorluyordu.

6) Yine anlaşma uyarınca yerli sermaye yeterince teşvik edilemiyordu. Devlet yapabilecekleri ölçüde yabancı sermayeyle mücadeleye girişti. Osmanlı zamanında satılan (borçlar dolayısıyla satılan ve el konulan aslında) demir yolları, madenler ve deniz ulaşımları yabancıların elinden satın alınarak yabancıların da işletmesi yasaklandı. (İleriki yıllarda süper müslüman olan Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve yüce şef reis milli irade simgemiz Tayyip Erdoğan bu yabancılardan satın alınan ve satışı yasaklanan şeyleri yıllarca yasaları çıkartarak serbest bırakıp satmışlardı. AKP son mumu dikmekle beraber artık geri alım imkanı görünmemektedir. Çünkü bir savaşta bile 1923 yılı yakalanamaz geçmişolsun yani)

7) Şeker üretimi tek merkezden yapılmayarak yurdun çeşitli yerlerinde üretimi için çalışmalar başlatıldı. Zararına da olsa üretimi sağlandı. Çünkü bazı maddeler ülke için kritik öneme sahiptir. I.Dünya savaşında Osmanlı şeker ithalatı yapamayınca 30 bin yurtdaşı şekersizlikten ölmüştü. Bu sebeple zararına da olsa bazı kritik malzemeleri ülkeler üretir yabancıya satmaz ve korur. Bunlar; Un, et, şeker, tuz başta gelen yiyecek hammaddeleri olmakla beraber stratejik kaynaklar yani; su,elektrik ve yakıt millileştirilir ve korunur (en azından devlet sermayesi kontrolünde tutulur). Yıllarca yakın siyasi tarih bölümde de anlattığımız üzere bunların korunmasını isteyenlere komünist denmiş ve vatan haini ilan edilmiştir.

17subat.jpg

8) 1928 yılında gümrük fiyatları yeniden düzenlendi. Bu sırada dünyada 1929 ekonomik buhranı patlak verdi. Artık iktisadi olarak yeni bir politika belirlenmeliydi.

9) 1924-1929 arasında her yıl ortalama olarak tarım %16, sanayi %8,5 büyürken GSMH %10,9 artmıştır. Bu büyüme savaş sonrası olduğundan çok iyi bir gelişme yaşanmadığını göstermektedir. 5 yıllık anlaşma elini kolunu bağlamış gibi görünüyor devletin.

10) Aşar vergisi 1925 yılında kaldırılıyor (ki bütçenin %22’si Aşar Vergisi). Şeker, gaz yağı vb. şehir malzemeleri vergileri artırılarak fark kapatılmaya çalışılıyor. Yani köylüden üretim isteniyor. (Şimdiki gibi dünyanın en pahalı benzinini, gübresini, elektriğini vererek ilk fırsatta ithal ürünü kapıya dayıyarak sahte üretim bezirganlığına girilmiyor)

Evet görüldüğü gibi ülke Osmanlı devletinin girdiği ekonomik sömürgeden kurtulmaya çalışmakta fakat yapılan Lozan anlaşması sebebiyle iktisadi kalkınma ilk 5 yıl yapılamıyor. Mustafa Kemal elbette bu anlaşma maddesini kabul edilemeyeceğini dile getirmiştir. Fakat cumhuriyet o kadar kötü durumda ki bu bağlayıcılığa rağmen en az 10-20 yıl barış ile kalkınmaya geçme isteği savaştan daha cazipti. Zaten 1929’daki iktisadi avantajları ele geçirir geçirmez büyümeler katlanmaya başlıyor. Ülkemiz hiç bir döneminde 1929-39 yılındaki büyümeyi yakalayamamıştır.

Sonraki yazıya buradan

Yeni Bir Tarih I

Yakın bir iki yazımda belirttiğim gibi bu farklı tarih anlayışının ne olduğu neden yapıldığı üzerinde durmak istiyorum. Bir cümle vardır “tarih kazananları haklı çıkarır” diye. Doğrudur aslında. Tarih boyunca savaşları kazanan devletler, kendi çıkarları doğrultusunda tarihlerini istedikleri gibi kırpmışlar, eklemeler yapıp bazı şeyleri de çıkartmışlardır. Bir bilimsel araştırma konusu olan “tarih” bölümü bu sebeple sürekli ileri geri çekişmelere sahne olmakta “aslında öyle olmadı böyle oldu hacı” söylemlerine maruz kalmaktadır. Bizim temel araştırma dayanağımız romanlara, ne idiğü belirsiz araştırmacıların yazılarına, efsanelere vs. değil, bilimsel ve akademik kaynakları açıklanmış tarihçilerin çalışmalarına dayanmalıdır.

Belirttiğimiz gibi devletler eğer çıkarları doğrultusunda değil ise kendi iç çatışmalarında ve dış cephe savaşlarında kendi tarihsel gerçeklerini yaratırlar. Bu İngilterede de Fransada da efendim Ugandada da böyledir. Bu tarih anlayışının belirli özellikleri vardır. Bunu anlamanın yolu oldukça basittir. Okuduğunuz tarihsel bilgide eğer bunlar var ise;

1) Sürekli kendi milletinin ırkına yönelik övgüler ve başarılardan bahseder

2) Sürekli kendi dini ile ilgili övgülerde ve başarılarda bulunur

3) Sürekli yapılan savaş ve çarpışmalarda bashedilen ırksal ve dinsel temaları kullanarak anlatımlar yapar

4) Ara bölümlerde yine genelde kendi ırk/din ekseninde ve yine genelde mucizevi şekilde efsaneler yaratır, sürekli gündemde olmasını sağlar

5) Bağımsız araştırmalara, temel kaynaklara, arşiv kayıtlarına ve yurt dışı çalışmalara yönelmez, bahsetmez, yönlendirmez

6) Kendi tarihsel gerçeklerini kabul ettirmek için devlet çıkarları doğrultusunda bazı bilgileri gizler, yok eder veya kabul etmez

7) Genelde yeni devlet oluşumlarında veya kazanılan iç savaşlar neticesinde yenilen veya eskimiş devlet yapısı karalanır, kötülenir ve beceriksizlik ile suçlanır

8) Mevcut olan devlet yapısının ideolojik düşünce ve yapısına uygun olarak tekrar ve tekrar yapılandırılıp, değişikliğe uğratılır.

9) Yayınlar dünyada kabul edilen akademik çalışmalar değil, genelde kendi vatandaşına karşı kullanılmaktadır. Bilimsel olarak bir değerleri yoktur

Yazılacak bir çok şey ile beraber ana hatlarıyla bunlardır arkadaşlar. İngiltere kendi vatandaşına Fransızların nasıl kana susamış bir toplum olduğunu (kendileride öyledir halbuki), venedikliler cenevizlilerin nasıl korsanlık yaptığını (kendileri de korsandır), İspanyollar Katalonların ırkçılıklarını vs. anlatırlar.

Bizim tarafımıza bakar isek Yunanlılar tarih medeniyetlerini kurduklarını ve Türklerin topraklarına yerleştirdiklerini, güvenilmeyen yapımızı ve ihanetlerimizi tarih olarak halkına anlatır, keza Ermeniler benzer şekilde anlatım yapar. İranlılar, Araplar tarihte uzun süre boyunduruğumuz altında yaşadıkları için Türkleri sevmezler, bizde Yunanlıları Kıbrıs saldırılarından, Egede yaptıkları tecavüzlerden veya kurtuluş savaşında ki Ermeni çetelerden veya işte yine I.Dünya savaşında bize ihanet eden araplardan falan bahsederiz.

Bunların aslında garip olanı bir çoğunun doğru olmasıdır. Lakin olayların gelişimi ve bakış açısını ise devletler kendi ideolojileri doğrulusunda şekillendirirler. Mesela Arapların bağımsızlık hayalleriyle Osmanlı devletine karşı ayaklanmaları normal değil midir? Sizce kapısına domuz yağı sürülen, bir müslüman ile aynı şartlartda çalışmasına rağmen sırf gavur olduğundan az para alan ve ikinci sınıf vatandaş görülen Ermenilerin bazı yerlerde çeteleşmesi normal değil midir? Tepesinde dikilip onları yönetip, muhtemelen bir şekilde ırksal/dinsel çatışıp ezenlerin altındaki bu ırksal azınlıklar elbette kendi tarihlerinin peşini bırakmıyorlar ve ilk fırsatta size karşı da bunu kullanıyorlar.

Neyse konumuz bu değil şimdi. Türkiye cumhuriyeti savaşı kazandıktan ve meclisini falan kurduktan sonra Dil ve Tarih kurumunu kurdu. Yapılan devrimler neticesinde yeni oluşturulan devlet haliyle Osmanlı devletinin içinde bulunduğu kötü ekonomik yapısını, padişahların kötü yönetimini, bozuk düzeni gözler önüne sererek onları halkın gözünde karaladı ve yeni kurulan demokratik hukuk düzeninin bunları geride bırakacağını vatandaşına anlattı. Kurulduğu 1923 yılından 1940 yıllarına kadar bu yapının eski devlet yapısı özleminde olanlar ve fırsatçı çete/beyler tarafından çatışmalar ile iç içe olduğunu ise anlatmadı. Çıkan isyanların devlet düzenini bozmaya yönelik olduğunu söyleyerek çok sert tedbirler ve önlemler aldı. Ermenileri mesela tehcir etti, isyanların kanlı bastırılmasının önüne geçemedi vs.

Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti kendine has yapısı ile kendi vatandaşına Cumhuriyetin kurulması için bazı yalanlar söyledi. Örneğin kurtuluş savaşının halk ile hep beraber yapıldığını (aslında anadolunun bir kısmı ve bazı doğu illeri), son padişahların vatan haini olduklarını (aslında devletin dağılmasını engellemeye çalışan baskıcı II.Abdülhamit ve umutsuzluk sebebiyle İngiliz mandası olmanın en iyi yol olacağına inanan Vahdettin), halkın yapılan cumhuriyet devrimlerini coşkuyla karşıladığını (aslında ne yapıldığı hakkında en ufak bir fikirleri yoktu ve büyük çoğunluğu halifeliğin ve padişahlığın neden kaldırıldığını anlamıyordu) vs. anlatıp kendi ekseninde yaratmak istediği türk ulusu yapısında yaşatmaya çalıştı. Nasıl ki II.Abdülhamit dünyadaki milliyetçilik akımlarının ve özgürlükçü düşüncelerin devletin sonu olduğunu düşünmüştü (elbette kaçınılmazdı buda engelleyemedi), Cumhuriyette kendi içinde bulunan bir çok ırk ve mezhebi tekelleştirmeye çalıştı. Kendi kökenlerini değil Türklük kökenini öne çıkartarak, ilerde yaşanacak ırksal ayrılmaları engellemeye çalıştı.

Ha gidip köy bastı, isyanlarda bkunu çıkardı falan ama buydu vizyonu ve son derece doğru görünüyor o şartlar altında. Kafasını çıkaranı ezdi falan. Akademik olarak yapılan çalışmalar ise yine yapılmak ile beraber, vatandaşını ise türk milliyetçiliği ekseninde neredeyse tek mezhep üzerinde bir yapı doğrultusunda yetiştirmeye çalıştı. Geçmişte yaşanan isyanların üstünü örttü, yaptığı bazı yanlış uygulamaları ise hiç anlatmamayı tercih etti. Fakat bunlar ile beraber bilimsel çalışmalara yöneldi, toplum bilimi, madencilik, tarımsal faaliyet, havacılık vs. ne var ise bilimsel araştırmalarda dünyanın en iyi okullarına bursla öğrenciler yetiştirmek için kadın erkek demeden gönderdi. Yiğidi öldürüp hakkını verelim elbette.

Peki devletler bunu neden yapıyor? Söylediğimiz gibi genelde kendi çıkarları doğrultusunda oluşturulur bu yapılar. Yeni kurulan Cumhuriyet ne diyecekti mesela? Osmanlı devletinin 1500’lü yıllardaki bilimsel başarılarını, ünlü padişahların cesaretlerini, devlet düzenini mi övecekti? Elbetteki bunları çok anlatmadan son dönemin çağ dışı kalmışlığını fazla kurcalamadan anlattı. Ama dikkat edin öyle beyaza kara demedi. Haliyle son iki üç padişaha patlasa da geçmişi bir facia gibi göstermedi. Kurulan yapının bozulduğunu ve kendi cumhuriyet düzeninin tek çıkış yapısı olduğunu anlatmaya çalıştı. Çünkü böyle yapmasaydı bizim gibi bir çok etnik kökene sahip halkları bir arada tutamazdı.

Cumhuriyetimizin 1940’lı yıllardan sonra akademik tarihçiliğe önem verdiğini görmekteyiz tıpkı diğer bilimsel araştırma alanlarında olduğu gibi. Büyük bir asker ve en önemlisi büyük bir devlet lideri olan Atatürk bir çok alanda araştırmalar, revizyonlar ve değişimler gerçekleştirdi. İnsanlar çayın cumhuriyet ile beraber içilmeye başlandığı bilmiyorlar, veya limanların Fransızlardan satın alındığını.. Demir yolları Almanlardan, madenler İngilizlerden geri satın alındı. Yabancılar ile sanayi alanında rekabet edilemeyeceği için yerli üretime destek olundu onları teşvik edildi markalar ve yeni yerli zenginler yaratıldı.

İşte bu düzen içerisinde yeni toplum yapısında gerekli olan çoşkulu, devrimci, yeni bir nesil için bunlar anlatıldı. Ve elbette yapılacak bir savaşta kullanılmak üzere milliyetçiliği ve dindar gençlere ihtiyaç doğrultusunda eğitim verildi. Bu sandığınız gibi kötü bir şey değildir aslında. Yani şekillendirmek bütün devletler tarafından yapılır neredeyse. Eğer Osmanlı devletinin cariye ve seks hikayelerini merak ediyorsanız gidip akademik yazıları okuyabilirsiniz. Fakat bunun halkın bütün kesimine verilmesine gerek yoktur bilmem anlatabildim mi? Çünkü değişen zaman ve yaşam standartları sebebiyle eğitim seviyesi belli bir düzeyin altında olan halk tabakası bazı şeyleri anlamayacak, yanlış yorumlayacak ve milli yapısından uzaklaşacaktır. Kusura bakmayın ama savaş olursa savaşacak insanlara ihtiyacı vardır devletin. Fazla bilinç iyi değil yani 🙂

Mesela ben bir sürü şey yazıyorum okuyor iseniz zaten buraları belli bir merakınız veya eğitiminiz vardır. Birisinin çocuğu “ben testis kanseriyim” diyor diğeri parayı basıp askere gitmiyor ise beni kimse savaşa götüremez artık. Lakin herkes bunu görür ise kimse askere gitmez pek anlatmadım ama böyle işte.

Peki şimdi yaşadığımız nedir? Günümüzde farklı bir tartışma ortamı, farklı bir algı yaratılmak isteniyor. Bu anlayış 2000’li yıllarda başlayıp 2005’li yıllarda oldukça planlı ve programlı bir şekilde yerleştirilmeye çalışılıyor. Şu an yapılan şeye “cumhuriyet bize tarihi yanlış anlattı bakın aslında böyle” denilerek tamamen yalan, çarptırma üzerine kurulan, hiç bir akademik değeri olmayan, bilimsellikten uzak ve beş para etmez yorumcuların uzman olduğu bir kesim tarafından yapılıyor. Bu yapılanlar, yeni kurulan bir devletin iç/dış savaşları neticesinde uygun gördüğü bilginin verilip verilmemesinden çok farklı gelişmekte. Göz göre göre yalan söylendiği, arşivlerde çok uzun zaman önce bulunduğu halde “yok olmadı” denilen cümleler bunlar. Bu o kadar aleni ve saçma bir şekilde ideolojik bir şekilde yapılıyor ki akademik olarak bir değerleri olmasa da oluşturulmak istenen yapının sürekli içine işliyor.

Bunun bir tek adı var; Siyasi Propaganda! Geçmiş yazımı mutlaka okuyun lütfen. Tarihte daha öncede yazılarımda belirttiğim gibi amaç doğrultusunda toplum mühendisleri tarafından tekrar tarih yazılıyor. “Bu kadar yalana insanlar inanıyor aptal mı?” 🙂

Hitler “Eğer yalan söylerseniz ve hiç kimse kasıtlı olduğundan kuşkulanmaz ise küçük bir yalan söylemeyin. Çünkü yalan olduğu anlaşılır. En büyük ve düşünebildiğiniz en olanaksız şeyi söyleyin. İnsanlar gerçek olabileceğini düşünüp ona inanırlar. Yalanın büyüğü bir silahtan daha etkilidir.” demiştir.

Yeni yaratılan bu tarihsel sistemde aynı büyük diğer otokratik liderler gibi geçmişe özlemi dile getirmektedir AKP. Kafalarında yaratılan Osmanlı devleti, Cumhuriyetin sonlarındaki yapıyı hafif karaladığı şeyin yanında hiç bir şeydir. Kaldı ki yapılanların tasvir etmesek de yapılış sebebini anladığınız 1923’lere göre bu zamanda yapılan şey sadece aşağılık bir yalanlar propagandasıdır. Kafalarda yaratılan Osmanlı devletinin yalanlarını ise ikinci yazımda yazayım uzun olunca okumuyorsunuz 🙂